top of page
  • Yazarın fotoğrafıcingiler

Görüldü

Güncelleme tarihi: 9 Nis 2020

İnsan inanarak var olan bir canlı. Anlamlandırmayla, Evren’e kendini yansıtarak yoluna devam ediyor. Etmek zorunda değil belki de, veya bunun farkında olarak daha mutlu bir yaşam sürebilir belki, ama yapmıyor. Her şeyin bir anlamı var, her şeyin bir karşılığı var, her şeyin içi doldurulabilir. Biri bir şey yaptı, çünkü şundan; biri bir şey yapmadı, çünkü bundan. Her zaman her şeyin bir anlamı var. Bir puro hiçbir zaman bir puro değil. Bir pipo hiçbir zaman bir pipo değil. “Bağlamından koparılmış” diye bir laf var ya, tam tersine her şey bir bağlama sığdırılmaya çalışılıyor. En azından benim yaptığım bu. Her şeyin bir bağlamı var ve bu bağlam aklımdaki bağlamdan çok fazla etkileniyor, benden bağımsız gerçeklikte var olan bağlamın ne olduğunu, en azından bir kısmını, ancak sonradan gelen bilgiyle bilebiliyorum ve bu durumu biliyor olmam bile bir şeylerin içini doldurmamı her zaman engellemiyor.


Çok düşünüyorum özetle, ama düşünebileceğimin en fazlasını da düşünmüyorum tabi. Oyun Teorisi’nde bunun muhabbeti vardı, Cognitive Hierarchy Theory deniyormuş, özetle insanların düşünme seviyelerinden bahsediyorlar, işte k ile gösterilen seviyeler var ve her seviye bir sonraki seviye düşünüşü gösteriyor: Sıfırıncı seviye düşünen bir insan sadece kendi düşündüğüne göre hareket edip diğer insanların ne düşündüğünü düşünmüyor, 1. Seviye bir insan toplumun geri kalanının sıfırıncı seviye olduğunu düşünüp hareket ediyor falan ve bu k-1 şeklinde devam ediyor. (Ve bu yazıyı yazarken konuyu yanlış anladığımı öğrendim, ben daha çok şey şeklinde sanıyordum: 0. Seviye “ben ne düşünüyorum” deyip hareket ediyor, 1.seviye “karşı taraf şunu düşündüğü için böyle yaptı”, 2. Seviye “karşı taraf şunu düşündüğümü düşündüğü için bunu yaptı” , 3. Seviye falan da refleksif gidiyor işte, yani toplumsal bir çıkarımdan çok iki agent arasındaki ilişki gibi düşünmüştüm.) Ben toplumu pek katmadığım için 0-level bir thinker oluyorum. Okay. Değişkenleri pek aklında tutamayan bir insan olduğumu iddia edebilirim, içimi eziyor bunu demek, ama iddia edebilirim. Bu noktada beceriksizim. Parantez içinde verdiğim kısımda ise nasıl ilerliyorum bilmiyorum, yani digression’umdan geri dönersem: Bir insan bir şey yaptığında arkasındaki sebebi anlamıyorum veya anladığımı düşündüğümde de tabii ki kendi bağlamımı içinde sığdırıyorum, bazen kendi davranışlarımdan yaptığım çıkarımlardan içini dolduruyorum, ki bu bile tam olarak anlamlandırılabilir bir çıkarım değil: “Ben birisi x şeklinde davrandığında y nedeniyle z şeklinde davranıyorsam, ve ben x’e benzer bir şekilde davranıyorsam ve bana z’ye benzer bir tepki geldiyse, muhtemelen y’dendir.” diyorum, hoş mantıksal olarak mantıklı duruyor ama unuttuğum şey insan davranışının ve sebeplendirmesinin x,y,z’ye kısıtlanmaması ve kısıtlanabilir olduğunda bile çevresel faktörlerden etkilenebilmesi olabiliyor. Yani ne bileyim insanların mesajınıza cevap vermemesi falan o kişiyle olan ilişkinizdeki faktörler dışındaki faktörlerden kaynaklanmış olabiliyor, birisi uyuyakalmış olabilir, birisinin işi olabilir, telefonu bozulmuş olabilir gibi. Kendi aranızdaki iletişimin iç etmenlerinden de olmuş olabilir tabii ki, yani z’ye benzer tepki gerçekten y’ye benzer bir şeyden gelmiş olabilir ve kendi üzerinizden yaptığınız çıkarımda haklı olabilirsiniz. Bunun dışında başka insanların davranışlarını da öğreniyoruz muhtemelen, “bu kişiye şunu yaptığımda bunu yapar” gibi kurallar oturuyor kafamızda, kendim için en iyi verebileceğim örnek mesela insanların rahatsız olacağı şakaları veya kimin neye güleceğini bayağı güzel bir tutarlılıkla, hatta arada bu varsayımlarımı yanlışlayarak, tahmin edebilmem. Bu noktada tabi “indüktif” bir sezgi durumu oluyor (intuition) , yani yaşayarak öğrenip gelecek için çıkarım yapmış oluyorsunuz. Diğer olay için de aynısı geçerli, fakat biri bireyin kendini dışarıya yansıtması iken diğeri dışarının kendi halinde öğrenilmesi üzerinden gerçekleşiyor, ki bu da daha doğru olan yaklaşım gibi.


Bunun dışında en başta “bağlama sığdırmak”tan bahsederken aklıma gelen “bilişsel şemalar”/”transference” durumuna da değinmek istiyorum. Bu bağlama sığdırma sırasında yaptığımız sığdırışın veya davranışları anlamlandırışın bir kısmı, ve hatta büyük bir kısmı yine inductive bir şekilde yani geçmişten öğrendiklerimizi şimdiye/geleceğe oturtmaya çalışarak gerçekleşiyor. Bilişsel şemalar durumunda da aslında sadece hayat boyu tamamen öğrendiklerimizi değil, çocukken ailemizden, bize bakan insanlardan maruz kaldıklarımızı tüm hayata oturtmaya ( uygulamaya, map etmeye) çalışma durumumuzdan bahsediyorum. Yani küçükken öğrendiğiniz “dünya haritası” diyeceğim dünyanın işleme kurallarını bir noktada size bakan kişinin veya kişilerin, ve içinde bulunduğunuz ortamın size öğrettiklerinin sonucu olarak sizinle taşınarak ilerliyor ve yetişkinlikte de bunu uygulamaya devam ediyoruz. Yani, altı yaşındayken yaptıklarımıza aldığımız tepkileri otuz yaşında da almaktan korkabiliyoruz mesela veya gelecek tepkiye çok sert karşı tepkiler sunabiliyoruz geliştirdiğimiz savunma şekillerinden ötürü. ( Bunlar tamamen yanlış olabilir, genel kültür olarak ve biraz da kendi tecrübemden yazıyorum; psikoloji okuyorum diye inanmayın yani, anladığım bir konu değil ve transference da tam olarak bu anlama gelmiyor zaten, terapistle danışan ilişkisini açıklıyor, eğer yanlış bilmiyorsam.) Bu durum da sonuç olarak başlı başına ayrı bir problemi getiriyor: Karşınızda bir davranış var ve buna şimdilik aklıma geldiği kadarıyla üç ayrı induction uyguluyorsunuz ( en azından ben öyle yapıyorum ve hepimiz insan olduğumuz için ayrı bir induction ile sizin de aynı şeyi yaptığınızı varsayıyorum, bilinçli olmadan olsa bile):


1- Küçüklükten gelen konseptler, davranış haritaları var; bunlara bakıp başka insanların neden nasıl davrandığını varsayıyoruz.


2- Kendi davranışlarımızı biliyoruz ve buna karşı başka insanların benzer tepkiler verebileceğini varsayarak davranışlarının sebeplerinin bu olabileceğini varsayıyoruz. ( Ki bunun çalışmadığı korkunç bir örneği hiçbir şekilde aynı olduğumuzu düşünmediğim bir kişinin bana aynı/çok benzer olduğumuzu varsayışını ve bunun üzerinden bir sürü çıkarım yapışını izlerken fark etmiştim. İkimizden biri haksız olmalı: Ben kendime bakıp onun hakkında benden farklı olduğu çıkarımını yapıyorsam ve o bana bakıp aynı olduğumuz çıkarımını yapıyorsa, ikimiz de haklı olamayız ve bu durum bile kendi davranışlarımızdan, kendimizden çıkarım yapmanın sıkıntısını gösteriyor.)


3- Başkalarının davranışlarını onları gördüğümüz kadarıyla tanıyıp bazı örüntülere uydurup bunu devam ettireceklerini varsayıyoruz.


Ve bunların hepsinin korkunç hatalı olma ihtimali oluyor. Birinci maddedeki sıkıntılarla zaten Freud’dan beri falan psikoterapistler ilgileniyor - Freud’dan beri olmasa bile Young’dan beri

30 senedir falan ilgileniyorlar, bkz. Şema Terapi-. İkincisinin neden yanlış olabildiğini en azından bir örnekle gösterebiliyorum. Üçüncüsü de, en azından insan davranışının komple tutarlı olmamasından dolayı yanlış çıkabiliyor. Sonuç olarak, bu üç “inductive” deyip durduğum geçmişe bakıp gelecekten çıkarım yapmacalı olasılıksal sistemlerle ile tahminde bulunmak sorun olabiliyor. Genelde sorun oluyor mu? Hayır. Görüldü’de bırakılmam cidden bambaşka çevresel etmenlerden mi? Hayır, yazmak isteseydi yazardı. Benim için uzun denilebilecek bir denemeyi cidden görüldü’de bırakılmamı açıklamak ve bu konuda haksız çıktığımı kanıtlamak için mi yazmak istedim? Evet. Haksız mıyım? Muhtemelen hayır. Ve yazıyı He Is Just Not That Into You’nun soundtrack’inden bir şarkıyla bitirmek istiyorum, çünkü tüm konu yaklaşık olarak bu ve film gerçekten durumu iyi anlatıyor. Ayrıca, bu şarkıyı seçtim çünkü Wikipedia’daki soundtrack listesine baktım ve adı konuyla çok alakalı geldi, sonra sözlerine baktım ve sözlerinin geneli de alakalı geldi. Tamamen alakasız da olabilir tabi, bazen insanlar aynı sözcüklerle bambaşka şeylerden bahsediyorlar.




0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

This Will Not Be A Thorough Philosophical Post

(Or "I Have No Idea Where I Am Standing") (I started writing this about a month ago,I guess. There was an on going debate on Twitter which started with Pat Churchland calling Philip Goff's some comme

Hayatın Anlamsızlığı Üzerine

Felsefede ciddiye alınması gereken tek bir problem vardır: Anlam. Anlam nedir? Yaptığım eylemlerin anlamı var mıdır? Hayatın anlamı nedir? İnsan çabasının, insan eylemlerinin, var oluşunun, düşüncesin

bottom of page