top of page
  • Yazarın fotoğrafı: cingiler
    cingiler
  • 4 May 2020

Yıllardır yaptığım simya çalışmaları sonunda sonuç verdi. Altını fransiyuma çevirebilmek için sayısız kitap okudum. Sayısız tapınak ve üniversite gezdim, ama sonunda başardım, altını fransiyuma çevirdi-- NE?! Ne oluyor? Hoop, hoop! Tamam, tamam! HOOOP! Sakin ol oğlum. Oyun oynamak mı istiyorsun *parazit* Arkası aynı tavşan gibi fakat ön kısmı at ve kedi karışımına benziyor. Yaklaşık üç metre uzunluğunda ve 1.5 metre yüksekliğinde AAAAAAA *parazit* Beni üstüne bindirdi. Yavru olduğunu düşünüyorum nedense. Deneyi yaptığım yerdeki o parlaklık da ne? Yeşil bir ışık süzülüyor gibi ama ışık sıvı ve katı benzeri bir hal alıp tavana doğru, oğlum yavaş!.. akıyor. Bir dakika, oradan yükselen şey de ne?! Mor bir şapka mı o? Mor bir fedora, gerçekten küçük bir fedora, ve altında bir mavi balina, o da gerçekten küçük, 25 METRE FALAN. 30 cm'lik geçitten, ya da her ne ise, bunlar nasıl geçiyor lan? Anlamıyorum, tek yapmak istediğim simyaydı. Neden?.. O balina kuyruğu üzerinde mi yürüyor? Laboratuvarın köşesinde duran şemsiyeyi alıp dans etmeye başladı, ne yapıyor bu? Anlamamış gibi göründüğümü fark etti galiba, yine dans ediyor.


Belki de iletişim biçmi budur. Ketavat'ın - kedi, tavşan, at- büyülenmiş halinden faydalanarak üzerinden inip kolbastı yapıyorum. Balina neyi anlamadı acaba? Şapkası da hoşmuş. Bağırıyorum:


- ÜÇTÜR BEŞTİR


Cevap veriyor:


-UAAA


Tekrar bağırıyorum:


- Dünya boştuur!


Balina şemsiyeye dayanıp:


- AAA?


Ben:


- Kızlar hoştur! COŞTUR! COŞTUR!


Balina gülümser gibi bir şeyler yaptı ve balinalara özgü çığlıkla:


- TRABİZOOON


diye başladı ve aynı anda devam ettik:


"KOLBASİTİSİİİ"


Tam, kolbastıyla coşarken Ketavat, geçitten geri dönmeyi denedi ya da eriyen ışığı yalamak istedi, bilemiyorum , o sırada bir ışık her yanı sardı; son gördüğüm balinanın yüzündeki çaresiz ifade ve Ketavat'ın pofuduk kuyruğuydu ve aklımda sadece kolbastı vardı.


Gözlerimi açtım, kulaklarımda nedensiz bir "hop tek hop tek oynayalum, bir o yana bir bu yana zıplayalum" ve her yanımda bir ağırlık, karşımda manşetler, sürmanşetler köşe yazıları; 3.sayfa, ekonomi ve spor haberleri ve yer yer arka sayfa güzelleriyle bezenmiş bir yer vardı. Balina yanda hareketsiz yatı- Oh. Balina devasa bir muzsal varlığa dönüşmüştü, tamamen muzlardan oluşuyordu. Geçit biraz ilerimde yavaşça göğe doğru eriyordu. Ketavat ise etrafta saf saf koşturup gazeteler üzerinde saçmalıyordu. O sırada arka taraftan gelen sesler duydum; döndüğümde ince siyah kolları ve bacakları olan yarım ekmek dönerler - ve atomlarla lahmacunlar- balinaya doğru yaklaşıyordu. Muzlar lahmacunları fark edince hemen koşuşturup dağıldılar, minik, sarı, ince uzun fare salkımları gibiydiler. Muzlar gidince muzların (ve balinanın) olduğu yerde beyaz, üzerinde iki sarı şerit olan bir kapağı olan bir kitap kaldı. Lahmacunlar ve yarım ekmek dönerler kitabı gördükleri anda dehşete düşmüşlerdi. Biri -nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde- konuştu:


- Karatay Diyeti. Yakın. Sarıları da bulup ezin. Şu geçitler açıldığından beri bu saçmalıklarla uğraşıyoruz.


Lahmacunların bir tanesi cevap verdi:


- Sarıların kabuklarını ne yapalım efendim?


Döner ekmek, "Marullara verin, onlar işlerini halleder" diye cevap verdi. Ve ben o sırada ilk olup olmadığımı merak ediyordum, Yarım ekmek döner "geçitler açıldığından beri" demişti, belki de başkaları da altını fransiyuma- KETAVAT ! YALAMA ŞU IŞIĞI!..


Burası neresi? Beyaz... Her şey beyaz gibi. Bir dakika siyah sütunlar ve başka çizgiler... Of, anladım.


Ketavat.

Aferin oğlum ya da kızım, her ne isen.

Cidden sağ ol.









2013-4, I would like it to be 2013.

  • Yazarın fotoğrafı: cingiler
    cingiler
  • 4 May 2020

Var olması ilginç olan hikayenin olmaması gereken devamı:


Kuyruğumun ve çıkan tüylerimin varlığına alışmaya çalışırken duvarımın ve penceremin sağlam olduğunu fark ettim. Pencereme ağır ağır yaklaştım, ki ayak üzerinde durmayı bıraksam daha iyi olabilirdi, siyah dumanlarla yaklaşan karaltılar gördüm, "Hayır, yine mi?" derken camımın önünde durdular. Trenler. Lanet trenler ve onları süren at başlı tavşan kediler. (Tanımlama için özür dilerim, vücutlarının geri kalanı kedi gibiydi, daha doğrusu ön ayakları kedi ayağı, arka taraftaki ayakları ve kuyruğu tavşan kuyruğuydu. Ayrıca at başlarının ağzında yanan devasa denilebilecek bir havuç duruyordu, arada ağızlarından havucumsu şeyi , havuç olamayacak kadar büyüktü, çıkarıp havaya doğru tükürmeyle üfleme arası bir şey yapıyorlardı, bu sırada ağızlarından çıkan şeyden de çilek şeklinde altınlar dökülüyordu. Yenilip yenilemeyeceğini merak ettim.)


Camı açtım:

- Hey! Şu çilekler yeniyor mu? Parlak olanlar.


Kişneyerek döndü:

- Miyav.


( Aslına bakarsak insan gibi konuşabilmeme şaşırmıştım, sonuç olarak kunduzdum. Bekli de sadece "kırç kırç, cik cik" gibi sesler çıkarmıştım, kim bilir? )


- Oh, anladım. diye cevap verdim.


~2013-2014

  • Yazarın fotoğrafı: cingiler
    cingiler
  • 4 May 2020

Bir düdük duyuyorum. Tren düdüğü. Bir çatırdama sesi. Duvarım patlıyor. "Ha?" Havanın basıncı, belki molozlar, belki başka bir şey beni sandalyemden uçuruyor. Odamın penceresi ve duvarı parçalanmış, içeride bir buharlı tren lokomotifi, vagonları yavaşça diğer duvarlara ve bahçeye yayılıyor. Yaklaşıp trene dokunuyorum. Tren esniyor. Yay gibi değil, uykusu varmış gibi esniyor. "N'oluyor lan" derken, tren yavaşça eskiden duvarımın olduğu yerden aşağıya düşüyor. Boşluğa yaklaşıp bakıyorum. Bahçede trenin olduğu yerde bir gariplik var - diyemeden- beyaz bir el -devasa bir el- yükselip beni yakalıyor. Elin katılaştırılmış tıraş köpüğünden yapılmış olduğu fark ediyorum., belki de kokusundan öyle geliyor. İlk yakalandığım an aşağıya çekiliyorum gibi gelmişti. Şu an sola, yukarıya, tekrar ... Aklıma şampuanla yıkanmış matematik testleriyle yapılabilecek bir otobüsün bu tıraşköpüksel ortamda çok başarılı bir ulaşım aracı olmayacağı geliyor. O değil de benim gözlerim neden yanmıyor? "Rüyada değilim sanırım veya bu tıraş köpüğü değil" diyorum. Hiçbir şeyden emin olamıyorum.


Elin sınırına ulaşıp kafamı çıkarmayı deniyorum. Başıma sert, nazaran tozlu bir şey değiyor. Elimi uzatıp tozu inceliyorum, küçük şekilli topçukları gördüğüm an aklıma gelen ilk şey Aslı Hoca oluyor. Başımı tamamen çıkarıp dışarı bakıyorum; karşımda sanki renk değiştiren tabelalardan yapılmış gibi duran, şu andan itibaren "RGBLed" diyeceğim devasa bir çiçek duruyor. Bir yandan da elin geri kalanına bakma şansı buluyorum: Dirsekten itibaren bir el, gerisi yok, bağlandığı bir yer yok, sıkılmış diş macunu gibi dirseğin olması gerektiği yere doğru azalarak bitiyor. Çiçek ise elin tersinin tam üstünde, elin üstü kısmında da benim başım var, başıma değen polen keseleri, renk değiştiren taç yapraklar ve devasa dişi organ. Taç yaprakların arasındaki boşluklar olmasa çok garip bir kozmiklikte sürüklendiğimizi veya elin şeklini anlamam çok mümkün olmayacaktı.


Sonra bir şey oldu.


RGBLed, taç yapraklarını çırparak konuşmaya başladı:


"Ben Kozmik Patlıcan'ım. Bu Evren ve tüm diğer evrenlerdeki tavşanların yaratıcısı benim. Kızıl Güneş'in selamıyla önümde eğil ya da ... 'Ya da' neydi?' "


El, bilmediğini gösterecek şekilde açıldı.


"Ya da kunduz."


- Ney?


"Kunduz"


-Peki.


"Evet."


Uyandım.

Rüyaymış.

Yataktan yuvarlanarak kalkışım.

Düşüşüm.

Esnedim, dişlerim tüylü çeneme battı. Ayağa kalkayım derken;

Kuyruğuma basıp düştüm.


Kuyruğum mu?


~2013-2014

© 2020 Oğulcan Cingiler

bottom of page